AYDIN GEZİ REHBERİ
Bugün Menderes Güneşi Aydın’ı keşfetmeye ne dersiniz. Antik
çağın ünlü tarihçisi Halikarnassoslu Herodot’un deyimiyle, “Bizim yeryüzünde
bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer”, ünlü
seyyahımız Evliya Çelebi’ye göre ise
“Dağlarından yağ, ovalarından bal akmaktadır”.
Konumu, elverişli iklimi ve bereketli topraklarıyla Antik
çağda, başta Lydya,İon ve Karya olmak üzere birçok uygarlığa ev sahipliği
yapmış, Aphrodisias,Milet ,Priene,Magnesia ve Nysa gibi dönemin en ünlü kentlerinin yaşam
alanı olmuştur. Aydınoğulları Beyliği ve Osmanlılar için her zaman önemli
olmuştur, o nedenle günümüzün en büyük şehirlerinden olan İzmir Aydın
Vilayetine bağlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı denilince, özellikle zeybekleriyle destanlar
yaratmıştır..Yörük Ali’yi,Demirci Mehmet Efe’yi, Çakırcalı’yı ve Atçalı Kel
Mehmet’i unutmak mümkünmüdür.
Belki küçüktür Aydın, insan sıkıntı çeker bazen, ne
yapacağını günü nasıl geçireceğini bilemez..Ama dışarıdaysan, uzaktaysan çok
özlenir Aydın (Benim gibi uzakta olanlar özlemle bahseder Aydın’dan)
Gezmeyi ve yüzmeyi sevenler için aslında cennettir Aydın.. Şimdi şöyle bir
Aydın turu atmaya hazırız.Aydın’ı anlayarak gezebilmek için en az iki güne
ihtiyaç duyar insan.Ben Aydın meraklılarına iki günlük bir program yapmayı
isterim; birinci gününüzü Aydın’ın batı bölümünü, deniz kıyısını da kapsayacak
şekilde planlayalım, ikinci günümüzü de Aydın ve doğusuna ayıralım..Buyrun;
Güne sabahın erken saatlerinde Aydın’ın Ortaklar
Beldesi’nden başlayalım. Yarım saatimiz ayırarak sabah çayımızı Ortaklar’ın
kuzeyinde otoban kenarındaki Selatin Köyü’ndeki asırlık çınar altında içmenizi
tavsiye ederim.
Selatin Anıt Ağacı
800 yılı aşan yaşıyla
anıt ağacı ile turist çekme çabası son yılların uğraşları arasındadır.
Selatin anıt ağacı; yaş, çap ve boy
özellikleri ile kendi türünün alışılmış ölçüleri üzerinde boyutlara
sahip olan; ilginç yapısı nedeniyle izleyenlerin belleğinde yer tutan, yöre
folklöründe, kültür ve tarihinde özel bir yer edinen, geçmiş ile günümüz
arasında iletişim sağlayabilecek uzunlukta doğal ömre sahip olan ağaçlardan
birisidir. Görsel bir ayrıcalığı olan Selatin çınarı, yöre halkı için moral
kaynağı ve kültürel bir özellik taşımaktadır. Gövde çapı yaklaşık 9m olan
Selatin çınarının yüksekliği ise yaklaşık 18 m dir. Gölge çapı 35 m yi
geçmektedir.
İlk toprağa tutunduğu tarih olarak 1200 yılından öncesi
tarihlenmektedir. Bu tarihte ağacın bulunduğu alan Selçukluların egemenliği
altındadır. Çınar ağacı Selçuklulardan sonra sırasıyla, Menteşoğulları,
Aydınoğlulları ve Osmanlı dönemine, ayrıca Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundaki
zorluklara ve yakın tarihimize de tanıklık etmiştir. 800 yıldan fazla süren bu
süreçte gölgesinden kimler faydalanmış, kimlerin konuşmalarına şahit olmuştur.
Ne iklim değişmeleri görmüş, ne yangın tehlikeleri atlatmıştır. Dallarına hangi
çocuklar tırmanmış ve hangileri düşerek ağlamıştır. Altında kaç sevgili
buluşmuş, kaç mutlu tören yapılmıştır. 2002 yılında İzmir Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmıştır. Çeşitli
kuruluşların yardımları ile çevre düzenlemesi yapılmış ve turizme
kazandırılmıştır. Selatin tünelinin yapımı bölgedeki yer altı su kaynaklarını
etkilediği için kuruma tehlikesi geçiren ağacı, Orman Bölge Müdürlüğü’nün
çalışmaları kurtarmıştır.
Yolumuza otoban açılışından sonra önemini kaybeden
Söke-Bodrum yolunda devam ederseniz, yaklaşık 2 km. sonra Tekin Köyü
yakınlarında sağ tarafta kahverengi Magnesia tabelasını göreceksiniz. Yıllarca
küçük yatırımlarla parça parça yapılabilen kazılarla az bir bölümü açığa
çıkarılmış antik kenti gezmek için yarım saat ayırmanız yetecektir.
Magnesia;
Magnesia antik kenti, Aydın İli, Germencik İlçesi, Ortaklar
Bucağı’na bağlı Tekin Köyü sınırları içinde, Ortaklar-Söke karayolu
üzerindedir. Kent efsaneye göre Thessalia’dan gelen Magnetler tarafından
kurulmuştur. Apollon’un kehaneti ve yol göstermesi üzerine Anadolu’ya gelen
Magnetlerin kurdukları ilk Magnesia’nın yeri bilinmemektedir. Diodor, Menderes
Nehrinin sürekli yatak değiştirip taşması sonucu meydana gelen salgın
hastalıklar ve Pers tehlikesine karşı Atinalı Thibron’un kenti M.Ö. 400-399
taşıdığını yazmaktadır. Büyük bir olasılıkla Thibron yeni bir kent olmaktan
çok, Magnesia kenti sakinlerini bugünkü Magnesia’nın eteklerinde Thorax (Gümüş)
Dağı’nın eteklerinde Leukophyr’e getirmiş ve orada korumuş olmalıdır. Bu
nedenle bugünkü Magnesia’ yı da daha sonraki bir dönemde kurulmuş saymak doğru
olacaktır.
Yeni Magnesia çevresi surla çevrili, yaklaşık 1300x1100 m2
bir alanı kapsayan, ızgara planlı cadde ve sokak sistemine sahip bir kentti.
Priene, Ephesos ve Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli
bir konuma sahipti. Magnesia’nın zamanımızdaki ünü; tasarım ve uygulamalarıyla
günümüze kadar ulaşmış olan mimar Hermogenes’ten kaynaklanmaktadır. Antik yazar,
mimar Vitruvius’a göre Hermogenes, Pseudodipteros tapınak planını ve sütun
aralıklarına göre tapınak tiplerini belirleyen ilk mimardır. Vitruvius ayrıca
Hermogenes’in baş eserinin Magnesia’daki Leukophryne Tapınağı olduğunu da
söylemektedir. Hermogenes bu tapınağı arkaik döneme ait ilk tapınağın
yıkıntıları üzerine Hellenistik dönemde inşa etmiştir. Tapınak İon düzeninde
8x5 sütunlu olup 67,5x40 m. Boyutuyla Anadolu’nun Helenistik dönemdeki dördüncü
büyük tapınağıdır.
1994-2001 yılları arasında Artemis kutsal alanında yürütülen
kazı çalışmaları sonucunda tapınağın önündeki altar ile agora arasında mermer
döşemeli tören alanı ortaya çıkartılmıştır. Tören alanı çevresi boyutları 3
m.ye ulaşan tanrı kabartmalarıyla kaplı olup, önünde kurban halkaları yer
almaktadır. Törenlere katılacak dernek yada grupların duracakları yerleri
belirten “Topos” yer yazıtları, alanın iki yanını sınırlayan döşeme blokları
üzerinde yer almaktadır. Kutsal alanı çevreleyen stoadan bölümler ortaya
çıkartılmıştır. Magnesia’nın diğer önemli yapılarından biri de bugün mil
altında kalarak ortadan kaybolmuş olan agorasıdır. Agoraya, Artemis kutsal
alanından kutsal bir kapıdan girilir. Propylon tümüyle ortaya çıkartılmıştır.
Agora 26 000 m2‘lik boyutu ve 414 sütunu ile dönemin en büyük çarşıları
arasında yer almaktaydı. Magnesia’da eski çalışmalarda Bizans dönemine ait
olduğu düşünülen yapının, 1989-2001 yılarında yapılan kazı çalışmaları sonucu
Homeros’un “Odyseia” adlı eserinden tanıdığımız köpek bacaklı Skylla’nın
macerasını anlatan kabartmalarla betimlenmiş başlıkların kullanıldığı Roma
dönemine ait “Çarşı Bazilikası” olduğu anlaşılmıştır.
Dini amaçlı törenlerde kullanılmak üzere yapılmakta iken
heyelan nedeniyle yarım kalmış bir yapı olan Theatron, 32 kişilik Latrina
(genel tuvalet) ile birlikte Magnesia’nın önemli yapıları arasında yerini
almıştır. Magnesia’da bugün kısmen görülebilen diğer yapılar arasında ise,
Milet’teki Faustina Hamamının bir kopyası olan hamam, Odeon, Stadion, spor
ağırlıklı bir eğitim merkezi olan Gymnasion, Roma tapınağı, Bizans suru ve 5.
yy.a ait enine planlı Çerkez Musa Camii sayılabilir.
Sonraki durağımız Kuşadası. Aydın’ın Avrupa’ya açılan
kapısı, yaz mevsiminde nüfusu yüzbinleri aşan turizm merkezi. Kuşadası’nda
olmazsa olmaz işlerden biri tabii ki çarşı gezmesi, Öküz Mehmet Paşa
Kervansaray’ı ziyareti.. Ardından Güvercin Ada ve kale turu ve denize karşı
keyif çayı içmeden olmaz.
Kuşadası’ndan sonra doğal güzelliklerin keyfini çıkarmanın
en ideal yolu Davutlar Milli Parkı’nda kısa bir tur atmak ve ünlü Zeus
Mağarası’nı gezmektir.
Zeus Mağarası,
Zeus Mağarası Kuşadası Güzelçamlı da Milli Parka gelmeden
hemen girişe yakın soldadır. Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın giriş kapısının
sol tarafında, 200 m. İçeridedir. Mağaranın girişi, 20 metre kadar kayrak
(kaygan) taşlı patikadan sağlanır. Dilek Milli parkının adından dolayı
mağaranın sağında ve solunda bulunan ağaçlara gelenler Dilek için bez parçaları
bağlamaktadırlar.
Mağaraya girildiğinde, O haşmetli tanrı zeus un yüzünü görür
gibi olursunuz. 10 – 15 metre derinliğindeki su adeta burayı bir havuz haline
dönüştürmüştür. Mağaranın suyu yaz kış yaklaşık 5 derece sıcaklıktadır. Yazın
içerisi serin, kışın ise ılıktır. Suyunun bayanların cildinde güzelleştirici
bir etkisi olduğuna inanılır. Mavi Yeşil renkli su dağdan gelen tatlı suyun ve
denizden gelen tuzlu suyun karışımı ile yavan bir maden suyu haline
dönüşmüştür. Kışın yöredeki gençlerin yazında turistlerin yüzme havuzu haline
dönüşen mağara muhteşemdir.
Yolumuzu tekrar Söke’ye döndürdüğümüzde turumuza Priene Antik
Kenti ve Eski Doğanbey Köyü’nü eklemeliyiz.
Priene,
Belki Efes ve Milet kadar ismini duyuramamış olsa da benim
özellikle gezmekten büyük keyif aldığım antik kentlerdendir Priene. Samsun
Dağları’nın eteklerinde kurulmuş bu İon kenti için en az bir saatinizi
ayırmalısınız.Şehir planına hayran kalacak,amfitiyatrodaki mermer koltuklara
oturup kendinizi binlerce yıl ötesinde hissesdeceksiniz,Athena Tapınağı’nda Söke
Ovası’nı izlerken üç bin sene önce bu verimli düzlüğün deniz,Priene’nin de
liman kenti olduğunu düşünüp hayallere dalacaksınız.. Bu arada buradan denizi
izleyip hayallere dalanın sadece siz olduğunuzu sanmayın, Büyük İskender’in
bile denize nazır bir ev yapıp bir süre burada kaldığını söyleyelim..
Priene’de ilk kent, büyük olasılıkla Latmos körfezindeki bir
yarımada üzerinde yer alıyordu ve iki limanı vardı. Bu ilk yerleşmeden günümüze
ulaşan belge, ön yüzünde Athena başı görülen ve MÖ 500 tarihinde basılmış olan
elektron bir sikkeydi. Priene kenti günümüzdeki yerine, MÖ 350 de kurulmuş
olup, sağlam bir kent duvarı ile çevrilmiştir. Günümüzde de surların bazı
kesimlerinde rustik duvar işçiliğinin güzelliği dikkat çekicidir. Usta mimar
Miletoslu Hippodamos un ızgara planı ile yamaca oturtulan kent, yöreye ait
gri-mavi mermerden inşa edilen yapılarıyla, dört set olarak inşa edilmiştir.
İonya nın 12 kenti olan Miletos, Priene, Myus, Ephesos, Kolophon, Erithrai,
Klazomenai, Foça, Samos, Kios, Teos ve Lebedos un meydana getirdikleri dini ve
siyasi birliğin toplantı merkezi olan Panionion Priene nin sınırları içinde
kalıyor ve buradaki törenleri Prieneliler yönetiyordu. Naulocho adında bir
limanı vardı. Menderes ırmağının taşıdığı mil birikimleri, Priene yi denizden
uzaklaştırmış ve Roma Dönemi nin sonlarına doğru kent önemini yitirmiştir.
Ancak Bizans Döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. 13. yy.da
tümüyle terk edilen kentin, kale duvarlarıyla çevrelenmiş üç büyük giriş kapısı
vardır.
MÖ 4.yyda inşa edilen 5000 kişilik, çağın en güzel
tiyatrolarından birine sahip olan Priene, Mısır tanrıları Anubis ve Serapis e
ait tapınaklarıyla muhteşemdir. Priene de kaçırmamanını tavsiye ettiğimiz diğer
tarihi yapılar ise agora, kutsal stoa, Zeus Olympos temenosu, meclis
toplantılarının yapıldığı 640 kişilik bouleterion (kent meclisi), ileri gelen
konukların ağırlanıp barındığı konuklar evi (pyrtaneioum), kilise, stadium ve
İskender evidir. Demeter temenosu akropolün eteğindedir. Tanrıça Athena için
ion tarzında yapılan tapınak, kentin en hakim yerine kurulmuştur. Önde 6,
yanlarda 11 sütun bulunan tapınağın cella bölümünde, Athena nın altın ve
fildişinden yapılma heykeli yer almaktaydı. Bu tapınağı, dünyanın yedi
harikasından biri olan Mausoleum'un (Halikarnas Mozolesi) mimarı Pytheos inşa
etmiştir. Tapınak sunağının günümüzde yalnız bir bölümü ayaktadır.
Priene antik kentinden çıkıp ana yoldan sağa devam
ettiğinizde yaklaşık yarım saat sonra Eski Doğanbey Köyü tabelasını
göreceksiniz. Lozan barış antlaşması doğrultusunda mübadeleyle Yunanistan’a
giden Rum’lardan kalan köylerimizden. Yıllarca kaderine terkedildikten sonra
yirmi yıldır özellikle İstanbul’lular buradaki evlerden alarak restore
ettirmişler. Bugün taş döşeli sokakları, mimarisiyle dikkati çeken taş evleri
,sessiz doğası ve temiz havasıyla ilgi çekiyor..Köyde bir tur atmak
yorgunluğunuzu alacak..
Doğanbey’den ayrılıp geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz,
rotamız Didyma (Didim) antik kenti ve Apollon Tapınağı.Didim yol ayrımında bir
süre gittiğinizde önce Büyük Menderes’in denize kavuştuğu yeri, devamında da
sol tarafımızda ünlü Miletos Antik kentini göreceksiniz.Antik çağın en büyük
felsefe ve matematik okullarından sayılan Milet’te göreceğiniz bir çok değer
var..
Milet;
Milet, Anadolu'nun batısında, Ege bölgesinde (klasik adı
Meander olan) 'Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir
antik liman şehridir. Şimdi Aydın'in Didim İlçesi'nde Akkoy'un 5km. kuzeyinde
ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup limanı Büyük Menderes
tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10km denizden içeride bir mevkidedir.
Milet gezinize 15 bin kişilik tiyatrodan
başlayabilirsiniz.Kulis ve localara hayran kalacaksınız. Ardından Liman
Caddesi,Stoa,Antik Yol,Agora ve Faustina Hamamı kalıntılarını gezmelisiniz.
Milet’ten ayrılmadan Milet Müzesini ve mermer işçiliğiyle
ünlü İlyas Bey Camii ve Külliyesi de mutlaka görülmeli.
Milet’ten ayrılıp Akköy üzerinden yaklaşık 20 dakikalık
yolculukla ülkemizin en güzel tapınaklarından birine sahip olan Didyma (Didim)
antik kentine geliyoruz. Antik çağın en ünlü kehanet merkezi ve tapınağı
Apollon’u geziyoruz. Yapımı yüzlerce yıl süren ancak bir türlü tamamlanamayan
tapınak dev sütunları mermer işçiliği, gözlerine bakanları yılana çevirdiği
rivayet edilen meşhur Medusa başıyla mükemmel bir yer. Mermerler üzerinde
inşaatta çalışan ustaların imza ve mühürlerini yansıtan kabartmalar, tapınağın
çevresinde yapılan gösterileri izlemek için yapılan basamaklarda oturma
yerlerinin kimlere ait olduğunu gösteren isimleri görmek güzel olduğu kadar
şaşırtıcı da..
Yorucu geçen günü tamamlamak bu yorgunluğu atmak için
kapamışı Bafa Gölü kıyısında yapmalısınız. Didim-Akbük yolunu takip ederek Bodrum
yoluna devam ederek yaklaşık 45 dakika sonra BafaGölü’ndeyiz. Aydın-Muğla
sınırında yer alan Ege Bölgesi’nin en büyük gölü bin beş yüz yıl öncesine kadar
Ege denizi’nin bir körfezi (Latmos).Bafa Gölü ve çevresi aslında bir günlük
gezi rotası ama yoğunlaştırılmış bir özet tur yapalım.. Burada yapılacak bir
çok faaliyet var..
Mitolojiye göre Ay Tanrıçası Selene’nin Latmos Daglarında
çobanlık yapan güzel delikanlı Endymiona aşık olduğu yerdir burası.Bafa Gölü
kıyılarında ve antik Heraklia kentinde(Kapıkırı Köyü) gezerken onların aşkının
güzelliğini hissedeceksiniz. Girişte sol tarafta kalan Bizans Kalesi
kalıntılarını gezmekle başlamalı tura. Kalenin çevresinde kimisi göl suları
içinde kalmış yüzlerce kaya mezarı göreceksiniz.Ardından yönünüzü köye çevirdiğinizde evlerin altında kalan tiyatro
ve meclis binasının, okulun altında yer alan agorayı, ineklerin bağlandığı
mermer sütunları görmek şaşırtıcı tabii. Okul bahçesinden geçerek Athena
Tapınağı’na çıktığınızda gölün bütün güzelliği gözler önüne seriliyor. Bafa
Gölü’nde mutlaka yapılması gereken keyifli işlerden biri de gölde tekne turu
yapmak ve adalarda yer alan manastır ve şapel kalıntılarını keşfetmek. Bu
konuda pansiyonlar her türlü yardımı sağlıyor.
Bu kadar yoğun ve yorucu bir günü tamamlamanın en güzel yolu
Bafa Gölü kıyısında yer alan pansiyon veya restoranlardan birinde oturup göl
balıklarından ve zeytinyağlı yemeklerden oluşan akşam yemeğinin tadına bakmak.
Bafa Gölü’nde akşam güneşini batırmak unutulmaz bir an yaşatıyor
insana.Yorgunluk falan kalmıyor çok keyifli bir gün geçirdiğinizi
düşünüyorsunuz ve iyi ki Aydın’lıyım, iyi ki Aydın’dayım dedirtiyor insana..
İkinci gün gezimize Aydın merkezden başlayıp doğu bölümünü
turlayalım dilerseniz. Dediğim gibi iklimi ve verimli topraklarıyla binlerce
yıldır yerleşime açık olan Aydın’da gezilecek daha çok güzellik var. Önce
Tralleis antik kenti diyelim.
Tralleis
Tralleis antik kenti Aydın ilinin kuzeyinde, Kestane
dağlarının hemen güney yamacındaki plato üzerinde yer almaktadır. İl merkezine
1 km. uzaklıkta olan kent, argoslular ve Tralleis’liler tarafından kurulmuştur.
Menderes havzasının verimli toprakları üzerine kurlmuş olan bu kent M.Ö.334’te
İskender tarafından alınmasından sonra Hellenistik krallıklar arasında sık sık
el değiştirmiştir.
Tralleis’te bu gün ayakta kalan tek yapı “Üç Gözler” olarak
adlandırılan 2. asırda yapılmış olan, antik çağın eğitim, spor ve kültür
açısından önde gelen yapılarından olan gymnasiuma ait kalıntıdır. Roma dönemine
ait bir hamam, tiyatro, agora, stadium kentin diğer yapılarındandır. Devam eden
kazılarla da kentin toprak altında kalmış kısımları ortaya çıkarılmaktadır.
İlkçağda ürettiği deriler ve kırmızı renkli çanak çömlek ile ünlü olan kent,
Apollonios ve Tauriskos isimli iki büyük yontu ustasını ve Ayasofya’ın
mimarlarından Anthemios’u da yetiştirmiştir. Heykel sanatının dünyaca ünlü iki
heykeli olan Farnese Boğazı ve Genç Atlet isimli heykeller de Tralleis’in gün
yüzüne çıkan harikalarındandır.
Antik kaynakların ve arkeolojik belgelerin Tralleis, bazen
de Trallais olarak nitelendirdikleri kent, Aydın İlinin Mesogis (Kestane)
dağlarının güney eteklerinde Trakyalılar ve Argoslular tarafından Dor göçleri
sonrasında (M.Ö.13. yy.) kurulmuştur. Luwi kökenli Tralla sözcüğüne Helen
dilinin …lılar halkı anlamına gelen –eis takısının eklenmesiyle türetilmiştir.
Tralla kentinin halkı anlamındadır.
Tralleis hakkında yazılmış Aphrodisias’lı Apollonios’un Peri
Tralleon, (Tralleis üzerine) Mısırlı Kristodoros’un Patria Tralleon
(Tralleislerin ülkesi) adlı antik yapıtlar vardır. Ne yazık ki ele
geçmemişlerdir. Geçen yy.da bölgede araştırmalar yapan O.Rayet ve A. Thomas
Tralleis tarihini araştırmışlardır. Her ne kadar Tralleis’in tarihi Kalkolitik
çağa kadar uzansa da Heredotos ve Thukydides’in yapıtlarında adı hiç
geçmemektedir. İlk kez Ksenophon tarafından yazılmış Anabasis ve Helenika’da
adı geçen Tralleis, Geç Arkaik ve Erken Klasik dönemlerde önce Genç Kyros’a
bağlı Pers Satraplığı denetiminde, sonra Perslere bağlı Karia Satraplığı
yönetimindeydi.
Tralleis M.Ö. 334 yılında Büyük İskender’in Anadolu’da
Persler’e karşı yürüttüğü savaşta Magnesia ve Nysa ile birlikte direnmeden
teslim oldu. Daha sonra Diadokhalar kavgaları sonrasında Tralleis uzun bir süre
için Seleukoslar imparatorluğuna bağlandı. I. Antiokhos (280-261) Menderes
nehri boyunca uzanan ana yolu güvence altına almak için Tralleis kentini
yeniden kurdu. Seleukeia adını alan kent M.Ö. 4. yy.da Sparta ordularına karşı
koyacak kadar güçlüydü. M.Ö. 3. yy.da sınırlı bir özerkliğe kavuşarak bronz
sikkeler bastırdı. Tralleis M.Ö. 188’de yapılan Apameia Barışından sonra Roma
denetimine girmiştir. Romalılar ve Bergamalılar arasında yapılan ikili
anlaşmalarla Tralleis, Ephesos ve Telmesos gibi şehirler II.Eumenes (M.Ö.
197-160) yönetimindeki Roma krallığına hediye edildiler.Tralleis özellikle bu
dönemde ekonomilerinin zirvede olduğunun göstergesi sayılan, iyi nitelikli ve
değerli sayılan Cistophorlar basmışlardır. Kent M.Ö. 133 yılından itibaren
resmen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Vitrivius ve Plinius, Seleukoslar
sonrası dönemde Attaloslar için tuğladan yapılmış bir saraydan söz ederek, bu
sarayın Zeus Larasios rahibinin evi olduğunu belirtirler Mesogis Dağları
üzerinde, yeri henüz bulunmamış olan Zeus Larasios tapınağı Tralleis sikkeleri
üzerinde de betimlenmiştir. Kentin ünlü yontucuları Apollonis ve Tauriskos bu
dönemde yetişmiş ve önemli eserler bırakmışlardır.
Roma İmparatorluğuna bağlandıktan sonra kültürel
verimliliğini aynı hızla sürdüremeyen Tralleis, Pontus Kralı Mithradates’in
savaşçı girişimlerine katılmış ve bunun cezasını beş yıl ağır vergi ödeyerek
görmüştür. Yeniden Pompeius, Caesar ve M.Antonius zamanlarında gelişip parlayan
Tralleis’in öneminin artışında Nysa kökenli yazar Pythodoros’un rolü olmuştur.
M.Ö. 27-24 yılları arasında yaşanan büyük depremde zarar
gören kent Augustus’un yardımlarıyla toparlanarak bu dönemden itibaren Caesarea
adını almıştır. Cladius ve Caligula dönemlerinde Tralleis’te en güzel orijinal
ve kopya yontu örnekleri verilmiştir. Bizans egemenliği altındayken önemli bir
piskoposluk merkezi olan şehir 13. yy.da Selçukluların eline geçti Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kent, antik çağdaki öneminden çok şeyler yitirmiştir.
Bugün Tralleisten günümüze kalan tek yapı, M.Ö. 3. yy.a tarihlenen gymnasiona
ait tonozlu kalıntıdır.
Tralleis’ten sonraki rotamız Aydın Müzesi..Aydın ve
çevresinden çıkan tarihi ve etnoğrafik değerleri görmek için bir saatinizi
ayırmalısınız.
Bu arada “zamanım var, Aydın’ı keşfetmeye bir gün daha
ayırayım “ diyenlere ve antik kent meraklılarına, Karpuzlu İlçesi
yakınlarındaki Alinda ve Çine’deki Alabanda Karya kentlerini de gezi programına
almalarını tavsiye ederek Sultanhisar’a doğru yolumuza devam edelim..
Aydın’dan Denizli istikametine yol alırken Aydın çıkışında
kahverengi Paşa Yaylası tabelasını göreceksiniz. Aydın’a ve Menderes Ovası’na
tepeden bakmak için ideal bir yer Paşa Yaylası.
Bir sonraki durağımız için yola çıkıyoruz. Sultanhisar ilçesine
geldiğimizde Nysa tabelası dikkatimizi çekecek. Aydın’da görülmesi gereken
antik kentlerden biri Nysa.
Nysa;
Nysa, Aydın ilinin Sultanhisar ilçesi sınırlarında yer alan
bir antik kenttir.
Sultanhisar ilçesi sınırları içindeki Karia kentlerindendir.
Kent ile ilgili en önemli bilgileri yaşamının büyük bölümünü Nysa'da geçiren
Strabon'dan alınmaktadır. Ünlü coğrafyacı Strabon, devrin en önemli eğitim
merkezlerinden biri Nysa'da eğitim görmüştür.
Strabon, kentin iki bölümden oluştuğunu anlatmaktadır. Şehri
ikiye bölen sel yatağının batısında gymnasion yer almaktadır. Kuzeyde Bizans
yapı kalıntısı ve kütüphane yer almaktadır. Kütüphanenin kuzeyinde ise sahne
binasında görülen kabartmalarıyla ayrı bir öneme sahip olan tiyatro
bulunmaktadır. Sel yatağının doğusunda ise agora, bouleuterion ve hamam yer
alıyor. Şehrin nekropolü batıda, kentin kutsal alanı olan Akharaka (Salavatlı)
yolu üzerinde bulunmaktadır.
Devam eden kazı ve restorasyon çalışmaları, Aydın Müze
Müdürlüğü ve Ankara Üniversitesi öğretim üyesi S. Hakan Öztaner'in bilimsel
başkanlığındaki ekip tarafından yürütülmektedir.
Nazilli yönünde yolumuza devam ediyoruz. Yenipazar yol
ayrımına geldiğimizde Yörük Ali Efe Evi tabelası dikkatimizi çekecek. Yaklaşık
9 km. sonra Yenipazar’a ve Yörük Ali Efe evi müzesine ulaşacaksınız. Milli
mücadele yıllarında Aydın ve çevresinde gösterdiği kahramanlıkla ünlenmiş Yörük
Ali’nin bir süre yaşamını sürdürdüğü evi müzeye dönüştürülmüş.Efenin kemikleri
de evin bahçesinde oluşturulan mezara nakledilmiş. Kısa zaman içinde müze evi gezebilir ve Yörük Ali fe’nin mezarını
ziyaret edebilirsiniz. Yenipazar’a gelmişken öğle yemeğinizi bu ilçenin meşhur
pidesiyle geçiştirebilirsiniz
Yörük Ali Efe Evi
Yenipazar’dan ayrıldıktan sonra Nazilli’ye geliyor, tabelası
ve tanıtımı olmadığından yeterince bilinmeyen ama benim hayran kaldığım ve
tanıtımı için çaba sarfettiğim Arpaz Beyler Kalesi (kulesi)ve Konağını gezmek
için Bozdoğan yoluna sapıyoruz. Arpaz kalesi yaklaşık 10 dakikalık yolculuktan
sonra ulaştığımız Arpaz (Esenköy) da.
Nazilli’ye bağlı Esenköy’de bulunan yapı grubu, bir Karya
kenti olan Harpasa Kalesi’nin eteklerinde kurulmuştur. Bazı kaynaklarda buranın
ismi Arpaz Kulesi olarak da geçmektedir. Akçay’a kadar uzanan ekili araziyi
kapsamı içine alan büyük çiftlik işletmesinin sahibi, Arpaz Beyleri tarafından
XIX.yüzyıl başlarında inşa ettirilmiştir. Ancak burada XVII. Ve
XVIII.yüzyıllara ait, Osmanlı Dönemi kalıntıları ile de karşılaşılmıştır. Buna
dayanılarak da kalenin daha erken bir dönemlerde yapılıp, sonradan yenilendiği
de düşünülebilir. Burası bir bey konağı, güvenlik kulesi, ambar, ahırları ve
müştemilatı ile bir şatoyu andırır. Kule, Arpazlı Hacı Hasan Bey’in, II.Mahmut
zamanında Rodos’tan getirdiği ustalara yaptırmıştır.
Mimarisi ve inşaatını gerçekleştiren ustaların etkisiyle bir
şato görünümündeki kale bence ülkemizde tek. Gezmekten görmekten keyif
alacaksınız. Ama ilgisizlikten ve tanıtımsızlıktan dolayı da üzüleceksiniz.
İki günlük Aydın turumuzu ülkemizin en ünlü antik
kentlerinden biri, Afrodisias gezisiyle tamamlayacağız.Afrodisias Karacasu
ilçesi Geyre Köyü yakınlarında. Nazilli’den Denizli yönüne devam ettiğimizde
küçük ama bir o kadar da şirin ilçe Kuyucak’tan (Kuyucak’lı olduğum için ilçemi
en sona bırakıyorum) 4 km. sonra Karacasu ve Afrodisias tabelasından yolumuza
devam ediyoruz.
Ünlü fotoğrafçı Ara Güler’in Geyre köyünü gezerken belki de
farkında olmadan keşfedip fotoğrafladığı, Prof.Dr. Kenan Erim’in hayatını
adadığı ve vasiyeti üzerine ölünce oraya gömüldüğü antik çağın en ünlü heykel
okullarından Afrodisias.Yaklaşık iki saatlik bir gezinin ardından kendinizi çok
mutlu hissedecek ve tekrar gelmenin planlarını yapacaksınız.
Aydın İli'ne bağlı Karacasu ilçesinde yer alır. Adını aşk ve
güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan Aphrodisias özellikle Roma çağında
Aphrodithe tapınımı ile ünlenmiş antik bir kent olup, günümüzde de çok iyi
korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerlerinden
biridir.
Sonraki devirlerde üzerine tiyatro yapılan höyük, M.Ö.
5000’lere kadar giden Prehistorik bir yerleşmedir. M.Ö. 6. yüzyılda Aphrodisias
küçük bir köydür. İlk Aphrodithe tapınağı da bu devirde yapılmıştır. Bu görünüm
M.Ö. 2. yüzyılda ızgara planlı kentin kuruluşu ile değişmiştir. Bu devirde
kentte, yaklaşık bir kilometrelik bir alana yayılmış 15000 civarında insan yaşamaktaydı.
M.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatoru Augustus Aphrodisias şehrini kişisel koruması
altına aldı. Bugün ayakta kalan anıtlar ondan sonraki iki yüzyıl içinde
yapıldı.
Tiyatro ve tapınak arasında etrafı sütunlarla çevrili iki
meydan planlandı (Tiberius Portikosu ve Agora). Antik dünyanın en iyi korunmuş
stadyumu ise kentin kuzey ucunda yer alıyordu. M.S. 3. yüzyılın sonlarında
Aphrodisias Roma İmparatorluğunun Karia Eyaletinin başkenti oldu. M.S. 4
yüzyılın ortalarında da kentin etrafı surla çevrildi. M.S. 6. yüzyıldan
itibaren bayındır halini ve önemini kaybetmeye başladı. Aphrodithe Tapınağı
kiliseye dönüştürüldü. Küçük bir kasabaya dönen kent 12. yüzyılda tamamen terk
edildi.
Bu kent antikçağın önde gelen mimarlık, sanat,
heykeltıraşlık ve tapınma merkezlerindendir. Bizanslı yazar Stephanos, kentin
kuruluşunu M.Ö. 13. yüzyıla kadar dayandırmaktadır. Karacasu ilçesinin 12 km.
güneydoğusunda bir Karia kenti olarak kurulan Aphrodisias, altın çağını Roma
döneminde yakalamıştır. Bu dönemde olağanüstü güzellikte mermer heykeller ve
yapılar inşa edilmiş ve Aphrodisias stili olarak bilinen bir sanat ekolü de
gelişmiştir
Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda kentte mimarlık ve
heykeltıraşlığın yanı sıra tıp ve astronomi alanlarında da çalışmalar yapıldığı
belirlenmiştir. Kentte görülebilecek başlıca yapı kalıntıları, M.S. 2. yüzyılda
İmparator Hadrianus zamanında yapılan hamam, büyük havuzlu agora, M.Ö. 1.
yüzyılda Tanrıça Aphrodite için yapılan tapınak, stadyum, tiyatro, tiyatro
hamamı, odeon, piskopos sarayı, felsefe okuludur.
Bölge Bronz Çağı içinde önemli bir yerleşim alanıdır.
Afrodisias Ören yeri içinde bulunan ve Arkeolojik araştırmalar yapılan Akropol
ve Pekmez Tepe höyükleri, Bronz Çağının bütün tabakalarını kapsayan önemli
buluntular vermişlerdir. İç Anadolu Bronz Çağı uygarlıkları ürünleriyle bir
arada çıkan bu buluntular, bölgede gelişmiş ticaret ve kültür alışverişi
olduğunu belgelemektedir. Ayrıca, Güzelbeyli Köyü sınırları içinde bir erken
Bronz Çağı Nekropolü de tespit edilmiştir.
Afrodisias kazılarında, Akropol Tepe Höyüğü ve Afrodit
Tapınağı çevresinde Demir Çağı, Lidya tipi seramik veren tabakalar, Arkaik ve
Klasik Dönem yerleşimi tespit edilmiştir. M.Ö. birinci bin yıl içinde bölgenin
en önemli Antik Kenti olan Afrodisias’ta Ön Asya kökenli Tanrıça İştar,
Asterte, Anadolu kökenli Tanrıça Kybele ve Grek kökenli Tanrıça Afrodit
kültlerinin birleşmesinden oluşan doğa ve bereket tanrıçası nitelikli
‘Afrodisias Afrodit’i kültü gelişmeye başlamış ve Afrodit Tapınağı kurularak
şehir bir kült (inanç) merkezi haline gelmiştir.
Geç Helenistik Dönemde bölgede iki antik şehir gelişmeye
başlamıştır. Afrodisias ve Plarasa Antik Kentleri Roma Döneminde, özellikle
Julius Claudius ailesinden gelen imparatorlar döneminde hızla gelişmişlerdir.
Roma tarafından ayrıcalık ve özerklik tanınmış ve iki şehir ortak sikke
basmışlardır. Afrodisias, yakın çevresinde bulunan mermer ocaklarının kullanımı
ile önemli bir plastik sanatlar merkezi haline gelmiştir. Öyle ki, kent
sanatçıları kendilerine özgü “Manierist Stil” denilen yontu ekolünü
yaratmışlardır. Bölge M.S. 4. yüzyıla kadar gelişmeye devam etmiş ve önemini
korumuştur.
Bizans Dönemi’nde Afrodisias Karia Bölgesi Baş Piskoposluğu
haline getirilmiştir. M.S. 6–11. yüzyıllarda bölge siyasi, dini ve ekonomik
sıkıntılarla Vizigot ve Arap akınları yüzünden önemini yitirmiştir. Bizans
kaynaklarına göre 11–13. yüzyıllar arasında bölgeyi dört kez Selçuklular
ellerine geçirmişler ve Karacasu toprakları Türkmen boylarınca iskân
edilmiştir. Böylece bir süre Menteşe Beyliği, daha sonra da Aydın Oğulları
egemen olmuşlardır. 1413 tarihinde II. Murat Karacasu topraklarını Osmanlı
İmparatorluğuna katmıştır. 1867 tarihinden itibaren de Karacasu İlçesi olarak
Aydın’a bağlanmıştır.
İki günlük yoğun ve yorucu bir tur hazırladık.Artık yorgunluğu
atma bu gezinin keyfini çıkarma zamanı. Akşam saatlerinizi Kuyucak ilçemizde
geçirme zamanı.Kuyucak’ta beklediğiniz doğal ve tarihi güzellikleri
göremeyeceksiniz. Ancak Büyük Menderes Ovası’nın bereketlendirdiği bu şirin
ilçede sıcak ve samimi insanları sakinliği sessizliği yaşayacaksınız. İlçede
küçük bir tur attıktan sonra Evlidağ mesire alanına giderek yemeğimizi yiyip akşam güneşini keyifli bir
çay eşliğinde batırabiliriz..
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil