AYASOFYA
Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat
Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu
ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia
olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak
bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf
edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı
isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı
halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını
iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci
yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404
yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde
inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda
yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin
ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye
bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de
yakılmıştı.
İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri
hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete
geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan,
Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de
merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak devlet hazinesini
mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius ile matematikçi, Miletoslu
İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika
planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi. Yuvarlak yapıların
üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti. Ancak Justinyen
Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi
kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin koruyucu
duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan
erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları,
sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve bilhassa
sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi uyduruldu.
Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya çıkmıştı.
Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir. Bin yıl
süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik
yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal
kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti. Ayasofya bir 6yy. Bizans
devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit
edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki
tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir,
proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç
görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk”
eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların
çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere
üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile
büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu
Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı.
Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı. En önemli
mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir
kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o
devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal,
basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha
yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve
14 yy'’arda 2 defa daha çökmüştür.
Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak
ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap
durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur.
Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19. yy.
ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer
restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000
li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri
yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı
tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile
müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir
kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar. Bizans ve
Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok
ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir.
Yorumlar
Yorum Gönder